İlk’lerin hükümeti olan yeni federal hükümet bugün işbaşı yapıyor. Yenilikler nerede, hükümet hangi beklentilerle yola çıkıyor? Dış politikada rotası – özellikle Türkiye politikası – deǧişecek mi?
SPD’li Olaf Scholz mecliste aldıǧı oy çoǧunluǧuyla (707 oydan 395; gerekli olan oy sayısı 369 idi) Almanya’nın 9uncu ve sosyaldemokrat parti SPD’nin Willy Brandt (1969-1974), Helmut Schmidt (1974-1982) ve Gerhard Schröder’den (1998-2005) sonra 4üncü şansölyesi seçildi. Partilerinin kullandıkları renklerden dolayı „trafik lambası“ koalisyonu olarak adlandırılan üçlü birlik SPD (kırmızı), hür demokrat FDP (sarı) ve Yeşiller, Almanya’da ilk defa birlikte hükümer kurdular. Almanya’ya özgü ve biraz da acayip seçim sisteminden dolayı (ayrıntılarına bu yazıda girmeyeceǧim), her seçimden sonra bir kaç sandalye daha artan ‚Bundestag’ın toplam 735 sandalyesinin 416sına sahipler. Gizli oylamadan sonra oy farkından ortaya çıkan ilk izlenim, koalisyon vekillerinin tümünün Olaf Scholz’un başbakanlıǧını tam olarak içlerine sindiremedikleri oldu.
Son olarak hafta başında Yeşiller Partisi de üyelerinin % 86 sının „Evet“ demesiyle koalisyon anlaşmasını kabul etmişti ve ardından aynı gün önümüzdeki 20inci yasama döneminde iktidar olacak üç parti de, koalisyon anlaşmasına nihayet ortak imzayı atmışlardı.
Koalisyon anlaşmasındaki anlaşmazlıklar
Önce koalisyon görüşmelerinin oldukça uyumlu geçtiǧi izlenimi oluşmuşsa da, pek öyle olmadıǧı anlaşılıyor..
Koalisyon, oy sıralamasına göre trafik fenerinin renklerini biraz karıştırdı – bu durumda yeşil ikinci renk oluyor. Buna raǧmen Yeşiller, koalisyon görüşmelerinde tabanının ve seçmeninin beklediǧi aǧırlıǧı gösteremedi ve bu süreçte FDP’nin pazarpiyasacı tutumu baskın geldi. FDP, koalisyon anlaşmasına damgasını vurdu denilebilir.
Daha önce Gerhard Schröder başbakanlıǧında (1998 – 2005) SPD ile koalisyon kurmuş olan Yeşiller, koalisyon pazarlıǧında SPD’den bekledikleri desteǧi göremediler ve önemli noktalarda yalnız bırakıldılar. Böylece iki ’sol‘ partinin görüşmelerde dayanışma içinde olacakları beklentisinde olanlar, yanıldılar. Üstüne üstlük, Yeşiller eşbaşkanı Robert Habeck’in maliye bakanlıǧında gözü olduǧu biliniyordu. Olaf Scholz, şansölye olmadan önce maliye bakanıydı. Ama makamını Habeck’e deǧil, Hür Demokrat Partisi (FDP) Genel Başkanı Christian Lindner devraldı.
Yine de Yeşiller’in diǧer partilere kıyasla daha uzman oldukları beklenilen önemli makam ve yetkileri aldıkları söylenebilir: Habeck Ekonomi ve İklim Koruma Bakanlıǧını ve başbakan yardımcılıǧını aldı.
Cem Özdemir ise Tarım Bakanlıǧına getirildi – ve Özdemir’le beraber ilk defa Türkiye kökenli bir Alman, Federal düzeyde bakanlık sorumluluǧunu üstlendi. Yeşiller’in sol kanadından Anton Hofreiter de biyolog olarak eǧitimi ve birikimi gereǧi tarım bakanlıǧına yakışan bir aday olmasına karşın bu pozisyonu Özdemir’e kaptırdı. Aslında sosyal pedagog olan Özdemir’in Hofreiter’de olmayan özellikliǧi, çok geniş ve etkili bir ilişkiler aǧına sahip olması: German Marshall Fund, American Jewish Committee (AJC), European Council on Foreign Relations gibi uluslararası ve atlantik ötesi kuruluşların ve ülke içinde de bir çok kuruluş ve derneǧin desteǧini arkasında bilen Cem Özdemir’in, Tarım Bakanlıǧı koltuǧundan hangi kararlara imza atacaǧını merakla bekliyorum ve izleyeceǧim. Etyemez olduǧunu söyleyen Özdemir, hayvan saǧlıǧına ve hayvanların korunmasına aǧırlık vereceǧini ve çiftçillerin avukatı olacaǧını söylüyor. Haydi bakalım, kolay gelsin.
Amma ve lâkin çevre ve iklimi koruma açısından birinci derecede önem taşıyan bir görev alanı olan enerji ve ulaşım ile ilgili bakanlık, yine FDP’ye, partinin genel sekreteri Volker Wissing’e verildi.
Hâsılı, Yeşiller Partisi her ne kadar 2021 seçimlerinden ikinci büyük parti olarak çıkmış olsa da, koalisyon pazarlıǧında umduǧunu alamadı ve tabanlarının ve Yeşiller seçmeninin sonuçlardan hoşnut olmadıǧı yansıdı. Koalisyon anlaşmasının Yeşiller üyeleri tarafından kabul görüp görmeyeceǧi bile tartışıldı. Bu yüzden Olaf Scholz’un başbakanlıǧını onaylamayan vekillerin çoǧunluk olarak Yeşiller’den olduklarını düşünüyorum.
Bir ‚ilk‘ daha – yeni bakanlar kabinesinin yarısı kadın!
16 bakanın yarısı kadın, yarısı erkek – Almanya’da bu da bir ilk. Almanya, güvenliǧini kadınların eline bırakıyor: Aşırı saǧa karşı mücedeleyi görevinin merkezine oturtacaǧını açıklayan Nancy Faeser (SPD), Almanya’nın ilk kadın İçişleri Bakanı. Savunma bakanı ise Adalet Eski Bakanı Christine Lambrecht (SPD). Eǧitim ve Yüksek Öǧretim Bakanlıǧı’nı FDP’li Bettina Stark-Watzinger üstlenirken, bizde geleneksel olarak kadına yakıştırılan aileden, yaşlılardan, gençlerden ve kadınlardan sorumlu bakanlıǧa burada da bir kadın, Yeşiller’den Anne Spiegel geldi. Ancak Spiegel’in aile anlayışı önemli bir noktada geleneksel aile anlayışından ayrılıyor: ailenin „çeşitliliǧinden“ bahsediyor, buna henüz tam bir açıklık getirmemiş olsa da. Kadına karşı şiddete bayrak açan Spiegel, dört çocuk annesi. Cinsiyet eşitliǧinin savunucusu olduǧunu da söylemeye bile gerek yok aslında.
Eski Çevre Bakanı SPD li Svenja Schulze’nin yerini Yeşiller’den Steffi Lemke aldı. Svenja Schulze ise Çevre Bakanlıǧından Ekonomik İşbirliǧi ve Kalkınma Bakanlıǧı’nın başına geçti. SPDli Katja Geywitz, kentsel gelişim ve yapı alanını yönetecek.
… bir ilk daha – Almanya’nın ilk kadın Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock
Dışişleri Bakanı Yeşiller eşbaşkanı Annalena Baerbock. Hükümet işbaşına gelir gelmez hemen bugün ilk ziyaretini Paris’e yaptı, oradan AB ve NATO temsilcileriyle görüşmek üzere Brüksel’e geçti, ardından Varşova’ya gidecek. İşe başlar başlamaz yeni hükümetin dışişlerini Paris-Berlin-Varşova eksenine oturtarak yeni hükümetin önceliǧini belirlemiş oldu – hedef: 1991’de biraraya gelen Weimar Üçgeni’ni canlandırmak.
Son günlerde başgösteren Rusya – Ukrayna krizi; Beyaz Rusya’nın AB yaptırımlarına tepki olarak Orta Doǧu’dan getirdiǧi sıǧınmacıları AB sınırlarını zorlamak için kullanması; AB’ne üye ülkelerin içindeki demokrasi krizi (Polonya, Macaristan); Yeşiller’in başından beri karşı oldukları Rus gazını Avrupa’ya taşıması beklenen ve yapısı tamamlanmış olan Nord Stream-2 boru hattı konuşulacak öncelikli sorunlar olarak yeni hükümetin önünde duruyor.
Dünyayı kasıp kavuran (mecazi anlamda) Corona dalgaları, buna baǧlı olan ve olmayan ekonomik kriz ve çıkar çatışmaları, yeni bloklaşlaşmalar vs. vs. Baerbock, bütün bu sorunların çözümünü, iklimi ve doǧayı korumayla baǧdaştırabilecek mi? Merak ediyorum açıkçası.
Bir yıl önce, Atlantic Counsel için CNN sunucusu Fareed Zakaria ile yaptıǧı bir söyleşide Batı Birliǧine – yani NATO ve Avrupa Birliǧi’ne – baǧlılık güvencesi veren Baerbock, Çin ve Rusya’yı karşı safta gördüǧünü ilan etmişti. Özellikle Rusya’ya 2014’den bugüne süregelen Ukrayna krizinden dolayı sert konuştu ve aynı zamanda Nord Stream-2 Rus gazı boru hattına karşı olduǧunu söyledi. Bunun dışında ABD’nin hâlâ Almanya’dan askeri üslerini çekmediǧinden rahatsız olmadıǧını açıkladı. Bilakis. Söyleşide, ABD’ye, iklimi ve çevreyi koruma amaçlı özel bir teklif de sundu: Transatlantic Green Deal, yani okyanus-aşırı doǧayı koruyan, yeşil bir anlaşma; ayrıntılara girilmedi söyleşide.
Demek ki Baerbock, Yeşiller Partisi’nin ilk Dışişleri Bakanı Joseph („Joschka“) Fischer’in 1998’de ABD’ye açılış ziyaretinde yaptıǧı „hatayı“ tekrarlamamaya kararlı: Fischer ABD’yi ilk ziyaretinde, ABD’nin nükleer ilk vuruş iddiasından vazgeçmesini, yani nükleer silahlara sahip olan başka bir ülke, nükleer saldırı düzenlemeden nükleer saldırıya başvurmamayı kabul etmesini istemişti. Ondan sonra ne olduysa, Almanya’nın ilk yeşil dışişleri bakanı 180 derecelik bir dönüş sergilemiş ve 1999’da bir parti konferansında Yeşiller’in Kosova’daki NATO hava saldırılarına destek verebileceğini söylemişti – ve bunun üzerine yüzünde kendi partisinin protestocularının fırlattıǧı kırmızı boya torbası patlamıştı. O günden bu yana Alman Yeşillerinin Atlantik ötesi ilişkileri geliştirmekte epey yol katettiklerini söyleyebiliriz.
Baerbock Türkiye’yi nasıl etkiler? Veya etkileyebilir mi?
Bizim açımızdan ilginç olan Türkiye–Almanya ve Türkiye–AB ilişkilerinin nasıl bir evreye gireceǧi tabii ki. Merkel’in gitmesi Erdoǧan hükümetinin hiç mi hiç işine gelmedi. Merkel’de gayet rahattı, çünkü zaman içinde belli oldu ki, Erdoǧan’ın AB üyesi olmak gibi bir iddiası yoktu ve hal böyleyken olamazdı da. Türkiye’nin AB üyeliǧi tamamen masadan kalkmıştı.
İktidarının ilk yıllarında Recep Tayyip Erdoǧan, Almanya ve Avrupa’da hem siyaset ve iş dünyasında, hem de basında olaǧanüstü bir ilgi ve sempatiyle karşılanmıştı: Türkiye’yi „demokratikleştiren“, zenginleştiren, askeri vesayeti kaldıran, insan haklarının korunmasında ilerleme saǧlayan bir liderdi onlar için Erdoǧan. Hattâ 2004’te, Afganistan’ın o zamanki Cumhurbaşkanı Hamid Karzai ile birlikte, Vattenfall, Puma , Lufthansa, Kaufhof, Tchibo vb. gibi büyük şirketlerin sponsorluǧunu, Friedrich Christian Flick gibi Almanya’nın aǧır zenginlerinin ödül alanlara övgü konuşmaları yaptıǧı „Quadriga“ ödülüne lâyık görülmüştü. (2011’de Putin’e ödül vermeye hazırlanırken, ödül komple iptal edildi, ödül daǧıtan dernek te, daǧıtıldı).
2013 Gezi protestoları, ülke içindeki gidişatın pek dışarıdan göründüǧü gibi olmadıǧını göstermişti
2015’te Suriye sıǧınmacı krizi başgösterince, 18 Mart 2016’da AB-Türkiye Mülteci Anlaşmasıyla Türkiye bekçilik görevini üstlendi – Türkiye’den Avrupa’ya sıǧınmacı geçemeyecekti. Böylece krizi Merkel kendince – Türkiye –Yunanistan sınırında yaşanan dramları gözardı edebilirsek – çözmüştü. Ama yine de Erdoǧan’ın gönlünü arada bir onu seçimler ve oylamalarda destek vererek hoş tutmalıydı. Ve öyle de yaptı. Böylece Suriye’den Almanya’ya akın akın gelen yüzbinlerce ekstradan işgücü akımını daha iyi kontrol edebiliyor, aynı zamanda bu sıǧınmacı krizi yüzünden Almanya’da yükselen aşırı saǧa set çekebiliyordu – ya da en azından öyle düşünüyordu.
Șimdi Merkel’in yerine en az onun kadar pragmatik SPDli bir başbakan, ama bununla beraber Türkiye hakkında son derece eleştirel davranan, insan hakları konusunda bir o kadar da hassas olan Yeşiller Partisi’nden bir dışişişleri bakanı geldi.
Başbakanlık hayali suya düştükten sonra yüzünü dışişleri bakanlıǧına çevirmiş olan ve sonunda istediǧi yeri elde eden Annalena Baerbock’un istediǧi, Merkel’in Türkiye ile yapmış olduǧu 2016 anlaşmasını iptal etmek. Daha önce Baerbock Türkiye’de 2017de yapılan anayasa referandumunun yapılış şeklini ve içeriǧini eleştirmişti.
Türkiye’nin önünde, Avrupa Insan Hakları Mahkemesi’nin (AIHM) „derhal serbet bırakılmalı“ dediǧi bir Osman Kavala olayı var. 03. 12.2021’de Avrupa Konseyi’nin icra komitesi olarak adlandırılan Bakanlar Komitesi, Osman Kavala ile ilgili olarak anlaşmayı ihlal ettiǧi gerekçesiyle Türkiye’nin Konsey’den atılma sürecini – uzun bir süreç olsa da – başlattı.
Șimdi de 08.12.2021’de Katar dönüşünde Erdoǧan’ın uçakta bu konuyla ilgili gazetecilerine söylediklerine bir bakalım:
„Biz, Avrupa Birliği’nin Kavala’yla, Demirtaş’la, şununla, bununla ilgili aldığı kararları tanımıyoruz. Olay bu kadar basit. Yok farz ediyoruz. Bizim indimizde bunlar yok hükmündedir. Bunları kaç kez açıkladık. İster anlasınlar ister anlamasınlar. Bizim yargımızın vermiş olduğu kararın üzerinde biz, Avrupa Birliği kararı tanımıyoruz. Ne biliyorlarsa onu yapsınlar“.
08.12.2021, Agenturmeldung
Annalena Baerbock için Erdoǧan ve onun Avrupa’daki benzerleri (Macaristan’da Viktor Orban, Polonya’da Mateusz Morawiecki ve Jarosław Kaczyński, Beyaz Rusya’da Alexander Lukaşenko gibi) arıza sebebi konumundalar. Belli ki anlaşamayacaklar.
Sorulması gereken başka bir soru ise şu: Yeni başbakan, genel olarak dışişlerini, özel olarak Türkiye ile ilişkileri tamamen Baerbock’a mı bırakacak, yoksa Merkel gibi Türkiye konusunda aǧırlıǧını koruyacak mı? Baerbock ve Scholz dışişlerinde ihtilafa düşecekler mi, yoksa adımlarını anlaşarak mı atacaklar? Yeni şansölye seçim kampanyasında da sürekli Merkel’in yolundan devam edeceǧini vurgulamıştı. Bu, Türkiye konusunda da geçerli olacak mı acaba? Bazı sosyaldemokratlar – SPD Meclis Grup Başkanı Rolf Mützenich mesela – dışişleri gibi bir bakanlıǧın „başıboş“ bırakılmaması gerektiǧini, SPD’nin ve onunla beraber Scholz’un yönlendiriciliǧi elden bırakmaması gerektiǧini söylüyorlar.
Angela Merkel’in ardından …
Böylece 16 senelik Angela Merkel dönemi bitmiş oluyor. Merkel, Almanya’nın ilk kadın başbakanı idi. Büyük övgülerle ve askeri uǧurlama töreniyle makamına veda eden Merkel, benim hafızamda aşırı saǧcı NSU‘ nun (Nasyonalsosyalist Yeraltı Örgütü) katlettiǧi biri polis, dokuzu göçmen toplam on insanın kurban gittiǧi cinayetler zincirinin – Merkel’in „eksiksiz aydınlatılma“ („lückenlose Aufklärung“) sözü verdiǧi halde aydınlatılmaması kalacaktır. Ve aslında aydınlatma konusunda da ülkede bir siyasi iradenin eksik olduǧu düşüncesi, Alman devletinin de dokunulamayan derin gerçekleri olduǧu endişesi kalacaktır. Bunun dışında Merkel adıyla baǧlı aklımda kalacak olan, Suriyeli sıǧınmacıların Avrupa’ya yıǧılması korkusuyla, Recep Tayyip Erdoǧan’la Türkiye’de yapılacak seçim önceleri alelacele Türkiye’ye gelip, Erdoǧan ile elele verdiǧi destek fotoǧraflarıdır.
Çok şey deǧiştirdiǧi söylenen Merkel’in neleri deǧiştirdiǧini pek anlamış deǧilim. Merkel’in dünya siyaset sahnesinde olayların karşısında uzun süre tepkisiz kaldıǧını, karar vermesinin fazlasıyla zaman aldıǧını gözlemledim. Sükunetinin ve soǧukkanlılıǧının derecesi beni rahatsız eden nitelikteydi. Güçlü bir ülkenin güçlü bir kadını olarak çok daha etkili olabilirdi. Olmadı.
Schreibe einen Kommentar